...

...

6 Aralık 2012 Perşembe

Sayfalar

   Her dolduğunda yeni bir sayfa açın, dolan sayfaya yazdıklarınızı beğenmediysen yırtıp atın, beğendiyseniz sizde kalsın. Sayfa çevirmek ve yeni bir sayfa açmak en doğal hakkınız. Dolan bir sayfaya daha fazla yazamazsınız, hayatınız da tıpkısıdır. Değişimlerle dolu olmalısınız, her nasıl sonbaharda yapraklarını döküyorsa ağaçlar, siz de kendi sonbaharınızda kendi yapraklarınızı dökmelisiniz. Boşlukta hissedebilirsiniz, çoğu şey düzensiz olabilir, odaklanamayabilirsiniz, yardıma ihtiyacınız olabilir. Size en iyi yardım ne haplar ne de başkaları. En yakın ve en sağlam yardım kendinizsiniz. Her insan kendi ilacıdır. İçinizde birikenleri gidip boşaltmak isteyebilirsiniz, evet, gidin ve birine anlatın, sonra kendi halinizde kalın, başkasına sadece anlatın, bu konuyu onunla değil, kendinizle tartışın. Yalnız kalıp her şeyi kendi kendinize düşünmelisiniz, anlatacak biri yoksa ağlayın, kusun veya yüksek bir yere çıkıp gözlerinizi kapatıp kendinizi rüzgara bırakın, hiç olmadığı kadar rahatlayın. Bu size iyi gelecek, kenidinize ilaç kendinizsiniz.

Altuğ Doğukan Çan

3 Aralık 2012 Pazartesi

Farklı Olmaktı Bunun Adı.

   Gücünüz yoksa ne olursa olsun insanlar size güvenmeyecekti, bu toplum baskısı oluyordu. Herkesin her gün kurban gidebildiği bir olay, kimse kurban gitmediği zamanlarda bu duruma itiraz etmiyordu, sessiz kalıyorlardı. Eğer karşınızdakiler sizden sayıca üstün ise bildiklerinizi anlatmamalıydınız, çünkü kimse size inanmayacaktı. Ya güven kaybedecektiniz, ya dayak yiyecektiniz, eğer bildiklerinizi anlatırsanız. Bu, kırmızıların içinde yeşil olduğunuzu haykırmaktan farksızdı; farklı olmaktı bu.

Altuğ Doğukan Çan

Anlamsızlık

   Uyku getiren, sıkıcı boş bir tabloda işsizi oynuyorum. Umursamaz, kötü, sessiz. Hiçbir anlam bulundurmayan bu tabloda benim için çizilen bir yolu gitmemekle meşgulum. Yoksa gitmeli miyim? Kalemimin konuşamadığını fark ettiğimde beri çok umursamazım. Evet, ben yazıyorum, aklımdan, hiç konuşmadan, düşünerek. Yazdığım her kelimenin ilham vermesini beklerken, düşünerek ve kendi kendime konuşarak filtrelemeliyim yazacaklarımı, anlatacaklarımı. En önemli olan, anlatacak bir durum olması. Eylemsizlik anında bile anlatacabileceğim bir şeyler varken, neden anlatamıyorum, hiç mi bir şey yok? Size "anlamsızlığı" anlatabilirdim, anlatmadım, bu bir anlamsızlık. Her şey anlamsızlık, o anlamsızlık, bu anlamsızlık adamım. Şimdi de anlatabilirim anlamsızlığı, boşverin, üzerimde anlamsız bir yorgunluk var zaten, anlatamam.

Altuğ Doğukan Çan

29 Kasım 2012 Perşembe

Kin ve Nefret

   Her şeye rağmen yalnız ve hep kaybeden olmanız içinizdeki kin ve nefrete dizgin vurabilir mi veya sizi bu duruma düşürene eziyet edilmesi? Önemli olan kendi nefretinizi ve sinirinizi içinizden def etmeniz veya onlara biz dizgin vurabilmenizdir, uzun süre geri gelmeyecek, uzun süre çözülmeyecek şekilde. Yapmanız gerekir, eğer huzur istiyorsanız.

Altuğ Doğukan Çan

Sabah

   Yağmur'un izleri var döşeme taş yollarda, yaşlı ağaçların kalın dallarında ve sapsarı yapraklarında. Ufuktan gözüken mosmor dağlar ve doğan güneş hüzne boğulmuş ve sessiz gibi bugün yine. Sadece rüzgar, yerdeki yaprakları oradan oraya savurup etrafa çarptıkça bozuyor sessizliği. Bulutlar deniz gibi, havada yanık kokusu var. Asfaltta su birikmiş, güneş yerini göstermeden, korkarcasına aydınlatıyor etrafı. Hava soğuk, mevsim sonbahar...

Hava soğuk,
Mevsim sonbahar.
Gökler deniz,
Hayat mavi.

Altuğ Doğukan Çan

Sis

   Önümü bile göremediğim bu sisli günde dışarıya baktıkça hüzünleniyorum. Sanki çok anlamlı bir gecenin ardından anlamsız bir sabah, "sanırım hala uyuyorum" diyorum kendi kendime. Neler olduğunu anlayamadan bir gece geçti, mide bulantısı, erken uyumu ve ani uyanmalarla dolu bir gece, ve onun aptal sabahı, sersemledim, berbat.

Bu sisli sabahın göklerinde uçabilen kuşlar adına.
Altuğ Doğukan Çan

28 Kasım 2012 Çarşamba

Bir Boşluğa Düşmüş Gibiyim.

   Bir boşluğa düşmüş gibiyim, hayat bir düzine renkli kaleme muhtaç. Çünkü sepya veye siyah beyaz olamaz hayat, yaşanamaz, mecburdur renklendirilmeye ve boyanmaya. Ne renk boyarsanız hayatınızı, o renk yaşarsınız, elinizde hangi renkler varsa, o renklerde yaşarsınız hayatınızı. Hayat renklenmek zorundadır, geceler hatta, en acımasız.

Bir boşluğa düşmüş gibiyim,
Gecenin bittiği yerde.
Bir boklar yemiş gibiyim,
Kadehimin gölgesinde.

Bir boşluğa düşmüş gibiyim,
Bir o kadar da yalnız.
Dün gece kaldığım yerdeyim,
Yalanın ve kokuşmuşluğun dibinde.

Bir boşluğa düşmüş gibiyim,
Beyazların tadı damağımda.
Hiç ayılmadan uyuşmuş haldeyim,
Kurtuluş çıkış kapımda.

Altuğ Doğukan Çan

Yeni Güne...

   Yeni bir gün. Doğdu işte, kısa, loş, sıkıcı ve isteksizce, güz güneşi ve solgun soğuğun dibinde, bir dışlanma veya şaşkınlık vermeyi beklemezken beklediğimi anladım yeni sabahı ve yeni günü. Bu ağır ve kusursuz bir sabah derken aynı zamanda elimdeki cam kesiğini hissettim. Hiçbir şey kusursuz değildir zaten, bunu bilerek bekledim gelecek sabahı, her neyse, kusursuz hiçbir şey yoktur, kusursuz bir sabah da.

Altuğ Doğukan Çan

Şehir Adına...

   Yağmur, hiç utanmadan ıslattı şehri bu gece. Sessiz, sonsuz, hüzün dolu şehri, parlak karanlığa boğdu, keskin sessizlikte öldü şehir yine bu gece. Dün gece olduğu gibi bu gece de öldü şehir, hüzne, karanlığa ve sessizliğe boğularak. Yağmur değil, hüzün ve sonbahar öldürdü gecenin siyah ve maviye bürünmüş şehrini. Aynı şehir öldü bir kez daha, dün gece öldüğünden farklı ya da aynı şekilde. Gün doğmayacakmış gibi öldü şehir, gün doğmadan şehir doğdu, gün doğmadan neler doğdu şehre.

   Nasıl öldü şehir? Neden öldü ve neden öldü bu şehir, neden bu şehri seçti ölüm?
Çünkü şehir kirlendi, sevmedi kendini bu gece, iyi hissetmiyordu, memnun değildi bu gece olanlardan. Biraz fahişeydi tabi, her gece biraz olduğu gibi. Arınmak istedi ve öldü şehir, yeniden doğmak üzere yarın, yarın hiç doğmayacakmış gibi kaygıya düşürdü. Ve şehir seçilmedi hiçbir zaman, döngü gibi tıpkı. "Seçti ve seçildi." gibi. Başkası yazdı belki dün şehir adına, belki aynı bedendi yazan ancak farklı kişilik. Ve öldü şehir bu gece, yarın hiç doğmayacakmış gibi, yarın doğmak üzere.

Altuğ Doğukan Çan

Sen

Koca bir hayat adandı sana,
Bu şehirde kaybolmana engel olmadı.
Denizler ağladı hep sana,
Gözyaşlarım sel olmadı.

Fısıldayarak kendimi anlattım dudaklarına,
Fısıltılarım birleşip bir çığlık olmadı.
Gökler gürledi başını koyduğun yastığa,
Yağmur yağıp mis kokulu yatağını ıslatmadı.

Saçlarımı sarmaladım ipek saçlarına,
Karışıp gözlerin olmadı.
Hislerimi saydırdım pembe suratına,
Bir öpücük olup dudağına konmadı.

Altuğ Doğukan Çan

Hayaller ve Umutlar

   Umutları ve hayalleri var hepimizin, "Naber?" sorusuna doğru cevap vermeyecek kadar aciz olduğumuzu gösteren hayalleri ve umutları. Kendi içtenliğimizi dışa vurmadan klasik ve klişe laflarla yetiniyoruz, çünkü bilmiyoruz, kendimizi dışa vurduğumuzda ne olacak?

   Hayallerimiz benliğimizdir adamım, umutlarımız da öyle. Söylenmiş "Önce hayaller ölür, sonra insanlar." sözü gibi. Ruhumuz kaynağı, akıl da görselleştiricisidir hayallerimizin. Ruhumuzu derya deniz bir fikir ve güzel şeylerin, istediğimiz şeylerin kaynağı olarak düşünün, beynin bir fonksiyonu olan akıl da hayallerimizin grafik tasarımcısı bunca güzel ve sadece istek üzerine kurulmuş şeyleri, renklendirmek  ve süslü göstermek için. Hayallerimizle yaşarız kısacası, onlar bizim her şeyimiz.

Altuğ Doğukan Çan

Toplum ve Kısa Başarısı

   Farklı çehrelere sahip dikili taşlarız hepimiz, aslında ilerliyor gibi gözüksek bile olduğumuz yerde duruyoruz. Toplum ve çevre üzerimize bir şeyler ekledikçe dikili taşın boyu uzuyor, çehremiz değişiyor. Toplum yüzünden mermerden veya seramikteniz, toplum yüzünden uzun veya kısayız, toplum yüzünden sütunumuz işlemeli veya düz. Böyle yaşamaya devam edersek toplum bize ne katarsa biz oyuz. Toplum bize bir şeyler ekler, bizden bir şeyler azaltır, bir şeyler çalar. Toplum en az iki kişidir, toplum hep kalabalıktır, baskı yapabilmek için, hep sizden farklı düşünür toplum genelde. Etkilenmeyen birey dahidir çünkü toplum koyun sürüsünden başka bir şey değildir adamım, toplum lanet sürüden başka bir şey değildir hayatların ezildiği bu dünyada, boklu dünyada.

Altuğ Doğukan Çan

Yeni Yeni Yeni

   Zamanı hisset, vücudunu nefesinle sarmalayan geçen zamanı. Tam sırtın olarak hissettiğin yerdeki rahatlığı hisset, yumuşaklığı. Kirli ellerine aldırmaksızın ellerinle içtiğin su kadar saf ve temiz olan baş ağrıların, sana neyi hatırlatıyor? Eskiyi veya yeniyi değil, şimdiyi hatırlatmalı sana. Burnuna aniden nüfuz eden nefesi alırken bir kez daha etrafına bak, ne kadar da çok sefillik göreceksin, hepsi de sana geçmişi andıracak. Geçmişin iyi ve kötü günleri hep aklında, bu bir yana, şimdi mutlu ve memnun değilsen yeterince geçmişin kara yüzü zihnine bürünecek, istemeden göz göze geleceksin kara yüzünün kara gözleriyle her saat. Şimdi mutluysan geçmişin yüzleri çıkmayacak aklından, engellenemez dünyanın yüzleri, bir çizik daha, en çok acı veren. Karamsar olmamak mümkün değil, hele bu kara bulutlu, yumuşak günde.

   Yeni bir sayfa istiyorsan mutlusun, mutlusun çoğu zaman. Mutluysan temiz hissedersin zaten, hiç kirlenmeden "yeni" için yaşarsın; geçmişin çektiği çizgilerin acısından sıyrılamayıp yıkılmış olanın aksine. Temiz bir sayfa açarken, önceki sayfaya yazdıkların yapışacak boynuna, seni sana anlatmak için, hiç bitme, hiç tükenme diye seni sana heykelleyecekler çünkü bitmek istemeyecekler. Ama insan hep değişebilir, insanın değişemeyecek şeyi yoktur çünkü insan sonsuzdur sonsuzluğa, iyi yaşa.

Altuğ Doğukan Çan

27 Kasım 2012 Salı

Sokaklar...

   Sokaklar, var olmuşların ve var olacakların geçiş yoludur, yeni bir yola açılan bir yol, ara yol. İnsanın ve diğer canlının üzerinde yürüdüğü asfalt ile tabanı ufuk çizgisiyle ikiye ayıran, üzeri ve önü kapanmamış, sizi ummadığınız, bambaşka yollara da çıkarabilecek, dar ve arkada, yani karanlıkta bulunan kimi zaman temiz, kimi zaman kirli, kimi zaman kalabalık kendine göre, kimi zaman yapayalnız, genelde caddeden daha da az baş ağrıtıcı olan toprak parçasıdır sokak, yoldur, yol. Gri tonlarına bürünür hep, gecenin mavisinden ve siyahından belli eder kendini, yağmur ve sonbaharda daha güzeldir sokaklar. Saf, kuru, tenha, sert gözüken yumuşak sokaklarda, taş ile bağdaşmamış şehir biriminde ne hayatlar başlayıp biter, kimse görmez, bilmez belki. Genç aşıklar doldurur bazen geceyi, bazen uçurumdan sürüklenmişler, bazen de geçmişine yenilmişler. Kentlerin boğuculuğundan kurtulabileceğiniz bir yer sokak, hırkalı insanların, dahilerin, özgürlükçülerin en ortak yoludur belki de sokak, ne hayatların başlayıp ne hayatların bittiği sokak, grinin tonlarına bürünüp de yine gecenin mavisinde ve siyahında kendini belli eden sokak, standart sokak, bildiğimiz sokak, kimlerin ortak yoludur, kimlerin...

Altuğ Doğukan Çan

Geçmiş

   Geçmişiniz ne kadar onurlu olursa olsun, geçmiş çoğu zaman utandırıcıdır; kendinizden utanırsınız bu durumlarda. Aslında insan yaptıklarından bir şeyler çıkartabilir gelecek için. Belki bir hayat dersi, belki bir övünç, belki bir yol, belki de bir fikir, görüş, düşünce. Onurlandırıcı yanları da vardır geçmişin ancak bir de öyle bir acı verir ki, yapmadıklarınızın ve yapamadıklarınızın pişmanlığı vardır üzerinizde, hiç unutulmaz...

İnsan ne öğrenirse, o olur, genellikle.

Altuğ Doğukan Çan

Yazabilmek İçin Var Olmak

   Az önce karar verdim, iyi kötü her anımı paylaşacağım artık. Ne olursa olsun, içini başka türlü rahatlatamıyor insan, derdini durumunu anlatacak yer, anlatacak zaman, anlatacak insan bulamıyor. Zaman olmadığından yoktum zaten ben de. Ama geldim. Yazmak beni dinlendirdiği için geldim. Yazmaya devam ediyorum, her şeye ve herkese rağmen. Yazmak rahatlatıyor çünkü insanı, bir yere yazmak, insanların yazdığınızı gördüğünü bilmek, bunların hepsi rahatlatıcı, en az konuşmuş kadar oluyorum çünkü, bu yüzden yazıyorum.
Hep yazacağım, teşekkürler...

Altuğ Doğukan Çan

26 Eylül 2012 Çarşamba

Kader

   Dünyanın kareleri detayları oluşturur ve piksellere ayırır. Her piksel kareye bir hayat, bir kader yerleştirilmiştir. Bu piksel kareler birbirine bağlıdır sıkı ve kalın halatlarla. İşte burada birleşir kaderler de, hayatlar da, burada kesişir, birbirlerinin karşısına burada çıkarlar. Her insan bir karedir, her hayat bir yere yerleştirilir ve bundan sonra başlar hikayeler.

   Eğer siz de bir karede yer alıyorsanız -ki alıyorsunuz- sizin de bir hikayeniz var. Hikayeniz bulunduğunuz yere göre değişmez, kaderinize göre değişir. Bir yerde güneş doğarken diğer tarafa sürekli karanlık çöker daha güneş bile doğmadan. Ama işte burada bozuluyor denge ve kader başlıyor; bazen aynı yerde olsanız bile kaderiniz kara ise zaten size güneş doğmuyor, güneşi batmayan bir yerlerde dahi olsanız. Bulunduğumuz yere göre değil yani hikayemiz, ışığımız, kaderimizin rengine göre.

Not: Niye anlattım bilmiyorum ama bazen şapşalca şeyler yazıyorum, ilgisiz alakasız ve yeteneksiz yazılar yazıyorum, yani ara sıra ilham tükenik iken yazıyorum.

Altuğ Doğukan Çan

22 Eylül 2012 Cumartesi

Hisset

Nefesin nefesimde olmadığında,
Gözyaşlarımı yüzünde hissedemeyeceksin.
Gecenin karanlığına bürünememiş gözlerini gözlerimden ayırdığında,
Dudakların uyuşacak ki, dudaklarım dudaklarında olmayacak.

Gece benden kaçıp yolcu olduğunda,
Sesimi kulağında hissedeceksin ki çınlayacak.
Gözden kaybolup benden uzak olduğunda,
Elimi elinde hissedeceksin ki ruhum yanında olacak.

Sus,
Elimi elinde hisset ki ruhum yanına.
Sus,
Sesimi kulağında hisset ki çınlıyor.

Sus,
Dudaklarını dudaklarımda hisset ki uyuşmuyor.
Sus,
Gözyaşlarımı yüzünde hisset ki nefesim nefesinde.

Altuğ Doğukan Çan

19 Eylül 2012 Çarşamba

Hissetmeden Olmaz.

   Zaman kaybediyorsunuz, hemen sevdikleriniz arayın, eğer onlarla beraberseniz onlara sarılın, onlara onları sevdiğinizi söyleyin, zaman geçiyor, hem onlar hem de siz yaşlanıyorsunuz. İnsan hiçbir şeyi başına gelmeden başına gelmeden bilemiyor ve hissedemiyor. Şu an üzerime doğru gelen pişmanlığım, sevgisizliğim ve kıymet bilmezliğim birazdan beni boğup gebertecek, size söylüyorum, bırakın zamanınız sevdiklerinize harcansın, onlara onları sevdiğinizi söylemediğiniz her bir zaman dilimi hislerinizi bayatlatıyor, ağartıyor.

   Boşuna anlattığımın farkındayım, çünkü sevmediğinizi sandığınız insanlar, yanıbaşınızdan ayrılırken anlıyorsunuz onu sevdiğinizi. Duygular aynı zamanda böyle bir şey. Sağ gösterirken soldan vuruyorlar.

   Şu an beni göğe çekseler çarmıh bağlarıyla size halimi anlatamam; çünkü insan başına gelmeden, hissedemeden anlayamıyor hiçbir şeyi, tıpkı hiç çikolata yememiş bir çocuğun çikolatanın tadını bilememesi gibi. Uyuşan dizlerimi, bir anda gücü kesilen kollarımı, titreyen dişlerimi, gözyaşıyla dolup da taşamayan gözlerimi anlatsam anlayamaz ayrılığı böylesine tatmamış hiç kimse. Boş verin, siz sevdikleriniz sevin, kıymetini bilin ve her şeyin, her dakikanın zevkini çıkarın, keyfine varın hayatın, buradan çıkarabileceğimiz şey bu, her koşula karşı mutluluk.

Mutlu olalım, bu bize yeter.

Teşekkürler.
Altuğ Doğukan Çan

Güvenin...

   Güven ve inançtı her şeyimiz. Babasından kaykay isteyip ona göre uzun geçen günlerce beklemesi gibi cesur ve bir o kadar da da sade çocuk gibi, masum ilişkiler kurmamız en büyük açıklığımız ve en büyük avantajımızdı diğerlerine göre. İnandık ve güvendik aslında, sadece güvendik ve inandık, birbirimize, kendimize. Çünkü tek çaremiz buydu. Biz, güvendik; çünkü çünkü ağaca tırmanmalıydık, çünkü bisiklet sürmesini öğrenmeliydik, çünkü salıncağımızı kendimiz sallamalıydık. Biz bize güvendik, çünkü böyle gerekti. Güvenerek her şeyi başardık. Siz de güvenin, yapabileceğinize ve arkadaşlarınıza güvenin. Çünkü her şey güvenmekte başlıyor ve bitiyor;
GÜVENİN!

Altuğ Doğukan Çan

Bizler Birer Ruhuz

   Sabah güneş doğduğunda umutlar da doğacak belki ancak umutlarımızı kırmak için sabahı bekleyen avcılar da olacak yarın. Ve bu her yarın, güneş doğduğunda dünyaya iyilik ve sevgi yayılacak, içimizi ısıtacak, yarın bile, kışın bile, güneşten gelen sevgi, dünyadaki sevgi değil.

   Eğer dünyada sevgi olsaydı, dünya iyi bir yer olsaydı, dünya barışı savaşlarla sağlanmazdı. Bü yüzden dünyada ne barış var, ne sevgi, ne insanlık, ne iyilik. Gün doğarken hepsi güneşten geliyor, akşama yok oluyor.

   Şehir hayatına maruz kaldığımız sürece öğrenemeyeceğiz, mutlu olamayacağız, gerçek dünya perdesini çekecek gözlerimize, dünya böyle bir yer olduğu sürece. Mutlu olamayacağız; 
çünkü daha fazla isteyeceğiz, bencil olacağız, elde ettiğimizden çabuk sıkılacağız. 
Mutlu olamayacağız; çünkü duygularımızın üzerine kat kat binalar dikilmiş ve mutluluğumuzun yerini şehrin önemli çöpleri dolduracak.

   Lütfen, artık bırakın şehrin pisliğiyle oynamayı, yüzünüzü başka bir yöne çevirin, kafanızı yukarı kaldırın ve masmavi gökyüzünün farkına varın, mutlu olmayı öğrenin, elinizdekilerle. Ve insanları üzerindeki kumaş parçaları veya taktığı aksesuar bozuntularıyla yargılamayın, baktığınız insanın vücudu zayıf ve güçsüz kalmış olabilir ama ruhu sizin kaslı vücudunuzdan daha güçlü olabilir. Bu bedenler sadece yaşayabilmek için büründüğümüz birer canlı formu, bir bitki de olabilirdiniz, bir hayvan da fakat yine ruhunuz olacaktınız. Yani ruh değişmez, beden değişebilir, ruh değişmez, çünkü Tanrı bizi ruhlar olarak yarattı, en küçük kuvvet denemesinde zedelenen bedenler olarak değil. Ve unutmayın, ruhunuz her zaman güçlüdür, bedeniniz zayıf olsa bile.

Teşekkür ediyorum.
Altuğ Doğukan Çan

18 Eylül 2012 Salı

Psikoloji

  Kötü ruhlar beynimde dolaşıyor, kafam parçalanmak üzere, ve sürekli "uyanıyorum". Bir kovboya benzemiyorum, bir şamana da, belki bir senseiye de benzemiyorum. Ben sadece toplumun bireyiyim. Ve her birey gibi sorunlarım var. Bu aralar baş ağrılarım yok ama ruh ağrılarım çok, ağrılar can yakar. Ruhum ağrıyor; çünkü savaşamıyorum, benim de psikolojiye ihtiyacım var, herkesin ihtiyacı olduğu gibi, sağlam bir psikolojiye. Güçlü ve sağlam olmak zorundayız, tam zamanı, yoksa yıkılırız. Yıkılırsak kaybetmiş olmayız, vazgeçmiş oluruz. Kaybetmek göze alınabilir ama vazgeçmek asla. Aslında kaybedecek hiçbir şeyimiz yok, zincirlerimizden başka.

   İçimdeki gerçek ve en derin duyguları hiç dışarı çıkartmadım, nefes aldırmadım, nefes aldıkça beslenecek, beslendikçe gelişecek, geliştikçe büyüyecek ve psikolojimi ağır etkiyecek, bu yüzden bazı duygular saklı kalmalı, tıpkı insanın ensest hali gibi. Aslında derin duygularınızı insanlarla paylaşabilirsiniz ancak o duygulara en az sizin kadar iyi bakacak bir insan bulmalısınız. Eğer koşullar uygunsa derin duygularınızı paylaşarak azaltabilirsiniz, çünkü anlatmak ve paylaşmak bize verilen büyük yeteneklerdir. Paylaşın ve anlatın derdinizi, içe dönük, kapalı kutu olmak iyi değildir lâkin boş bardak da olmayınız, olmayın artık yani abi, orta şekerli biraz daha. Her neyse, çoktan beri yazmıyordum, yazılanları gözden geçirdim, tekrar yazıyorum iyi oldu.

Her şeyin başı su...
-Derin duyguların da!

Altuğ Doğukan Çan
 

Bi' Şiir.

   Evde bir defter buldum, bayağı eski, mavi kalın kaplama. İçinde çok şiir var, yazılar felan ama hepsi aşkla alakalı. 80lerin sonlarından kalma olduğunu düşünüyorum, birkaç gündür okuyorum, işte beni çok etkileyen bir şiir defterin içinden;

Bu insanlar ne garip
Ağaçları seviyorlar
Ve onları kesiyorlar
Çiçekleri seviyorlar
Ve onları koparıyorlar
Biri bana
Seni seviyorum diyecek diye
Ödüm kopuyor
Çünkü bütün sevdiklerini
MAHVEDİYORLAR....

Okunsun Diye Yazdım.

   Neden yazıyorum biliyor musunuz? Eğer şuan ağzınızdan "hayır" sesi dökülse de dökülmese de anlatacağım. Neden yazıyorum?; çünkü benim içimdekileri anlayacak bir ailem yok, bu yüzden sizlerle paylaşıyorum içimdekileri buraya döküyorum, tanımadığım, kim olduğunu bilmediğim ama sırlarımı başkalarına anlatma gereği duymayan insanlar var beni okuyan. Bunlar da benim seçimim, benim çizimim, benim yolum ve benim hayatım, arasında kaldığım dilemmalar benim, programını yapıp uygulanmayan işler benim, burası benim çöplüğüm ve ben buranın horozuyum; her horoz kendi çöplüğünde öter.

   Yazdığım her bir harf her bir emeğe eşit, benim de içimden gelen bu, emek vermek; çok emek eder güzel yemek. Emek vermek, insanlara bir şeyler kanıtlamam gerekircesine yazıyorum ve içimdeki bu duygunun sönmeyeceği sürece yazacağımı akıl ediyorum. Aslında yazmak çok zor geliyor bazen ama gerçekten yazmaya ve göstermeye ihtiyacım varmış gibi hissedip tekrar tekrar yazılar yazıp, paylaşmaya çalışıyorum sizlerle, sanki bir anneymişim gibi hissediyorum, çocuklarım benden yemek bekliyor ve onlara yemek yapmam gerektiğini söylüyor içimdeki bir ses, işte o ses benim hislerim, benim duygularım ve yemek yapışım da hissetmek yada yazmak, belki de hissederek yazmaktır ama aslında benden yemek bekleyen felan yok, ben sadece kendi içimdeki sesi doyurmak için yazıyor gibiyim bir bakıma, bir bakıma da insanlara bir şeyler göstermeye çalışma çabası.

  Sanki veda ediyormuşum gibi geldi bana da, ama veda etmiyorum, "ayaküstü" yazıyor gibiyim. Çok teşekkür ediyorum sayın okuyanlar ve okumuş kadar olanlar, çok teşekkür ediyorum...

Kişisel Not: Bu da böyle bir anımdır. Ahahahaha, kalıplaaar, kalıplar.

Altuğ Doğukan Çan

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Yaşamak için bir neden bulun.

   Bir yaşam öyküsü bizimkisi de, bulutların inadına ayın önüne geçtiği, en pastel renklerin mürekkebe karardığı bir öykü. Etrafımızda kara kediler dolanıyor, asma lambalar bahçeye çıktığımızda yanmıyor sadece, bembeyaz kazlar bizden kaçıp karanlığa bürünüyor tüm karamsarlığıyla.

   İnsanlar gururunuzu kırmakla başlıyor gününe ve işine, hayallerinizi çamurlara süre süre yok ediyorlar, kimse  fikirlerinizi dinlemeden kendi bildiklerini okuyor, bu bir gün değil, bu bir ömür, böylece geçen, değişken...

   Bazen her şey anlamsızlaşıp karardığında bir sigara yakmak yerine iki bira al ve düşün, düşün ve düşün; neden yaşıyoruz? Tanrı, onunla görüştüğümüzde bize sadece yaptıklarımızı mı soracak? Sanmıyorum. Ve "Neden yaşıyoruz?" diyorsak; ölmeye cesaret edemediğimiz için yaşıyoruz azizler, hiçbir sebep yok.

Altuğ Doğukan Çan

Yaşam/Yaşamak-Hayat/Hayatmak

   Neler oluyor? Uyanmış gibiyim, körleştirilmiş ve kısırlaştırılmış gibi. Bazı insanların beni kullandıkları hissindeyim. Ne oluyor bilmiyorum ama her nefeste sarhoş* olmak ihtiyacı duyuyorum. Düşünebildiğim ve önümü görebildiğim  her zaman diliminde bu ihtiyacım %1 bile olsa artıyor.

   Sarhoş olduğumda ise renkler ve görüntüler birbirine karışıyor. Bir taraftan diğer tarafa kafamı çevirdiğimde  göremediğim tarafı görebiliyorum. Daha akıllı oluyorum iki biradan sonra, hayatım daha güzel oluyor, çünkü daha akıllı ve daha farkında oluyorum . Ama sarhoş olduğumda bu farklı bir duygu, mutlu pekala aptal hissediyorsunuz ve unutmayın; hayatta nasıl hissederseniz, öyle görünürsünüz, öyle olursunuz.

   Hayatta olmak güzel ama kör ve kısır olmak güzel değil bu hayata. Bir "güzel" ve bir "güzel değil" bir araya gelirse ne olur biliyor musunuz? Kocaman bir "0"! Bu hayatı görememek ve hissedememek kusursuz berbat. Şimdi yüzünüzde her ne ifade varsa, değiştirin, sırıtın "pişmiş kelle" gibi. Gülüyorsanız bile gülün, daha çok. Bırakın insanlar size "Ne gülüyon pişmiş kelle gibi?" veya "Komik bir şey varsa söyle, biz de gülelim." desin. Hiçbir şey sizden ve mutluluğunuzdan önemli değil. Kendini beğenmişlik yapmayın ama kendinizi sevin, arada büyük fark var. Ve unutmayın bir saniye bile geri gelmeyecek bu yüzden fırsatları değerlendirin, en değerli şey budur; nefes almak, zaman, duygular. Gelmeyen bir saniyeye bile ileride lanet edebilirsiniz, geçen zamanı bırakın, kalan zamanı değerlendirin, ileride lanet edemeyeceğiniz şeyler yapın,  yapsanız dahi lanet etmeyin, fırsatları kaçırdım diye üzülürken daha büyük fırsatları kaçırabilirsiniz. Tüm fırsatları elde etmeniz mümkün değil zaten, elinizden geldiğince. Üzülmeyin, çünkü zaman geçiyor. Kendinize bir söz verin ve her anınızda gülümseyin, zamanınızı değerlendirin.

Gülümseyin arkadaşlar, çünkü en iyi silah bu! :)

Sarhoş*: Bir şişe Jack Daniels'ı kafanıza dikmeniz sonucu kendinizde ortaya çıkan aşırı mutluluk hali.
Not: İki biranın zihni açtığı bilimsel olarak açıklanmıştır.

Teşekkürler, bunlar "edebiyat", benim "edebiyat"ım.

Altuğ Doğukan Çan

26 Ağustos 2012 Pazar

Yalnızlık kimsesizlik midir?

   Yalnızlık kimsesizlik midir? Yoksa bireyin kendi benliği mi? Bu kadar saçmaca olması mıdır yaşam koşullarının? Hiçbir şeyin arasında alaka kuramamamız mıdır?

   Yalnızlığımız bizim kimsesizliğimiz midir? Yoksa iki kişilik bir ilişkide "Ben mi?" diye sormak kadar konuma acizliğimiz mi? Ya da bir ilişki olarak kafamızda birden fazla kişiyi gruplandırmamız mı?

   Yalnızlık kimsesizlik midir? Aklımıza her "Carpe Diém*" geldiğinde yüzümüzdeki hüznü tebessüme çevirip de ruhumuzdan o hüznü atamamız mıdır? Hayatın tüm gelmişini boşa harcadığımızı düşünerek geri kalanını da boşa harcamamız mıdır? Kültürü de Tanrı'nın yarattığını düşünemeyecek kadar  beynimizi kullanmadığımızı bilmemiz ya da bilmeyecek kadar akılsız olduğumuz mudur?

   Yalnızlık kimsesizlik midir? Bu kadar okuduktan sonra hiçbir şey anlamayacak kadar bencil veya megaloman olmamız mıdır? Hiçbir sorunun cevabını veremememiz ya da vererek akıllı olduğumuzu kanıtlamaya çalışmamız mıdır? "Boşver, bu yine saçmalıyor." diyerek hayatımızda bir şeyi daha geçiştirmemiz midir? "Bunlar neyin sorusu Tanrı aşkına!" diye soranlarımıza soru ile cevap veriyorum...
Yalnızlık kimsesizlik midir?

Okuduğunu ve yaşadığını anlamaktır hayatımızda öneme binen, önemlidir çünkü.

*: Carpe Diém; "Anı Yaşa" anlamına gelir, hangi dilde bilmiyorum.

Altuğ Doğukan Çan

Bazen

   Canım sıkılıyor bazen, deli gibi hissediyorum. Bir araba alsam bazı "insanları" ezip geçsem diyorum bazen. Bir kavanoz fındık ezmesini ya da bir kap dolusu dondurmayı bir oturuşta yemekten korkmuyorum bazen, yapıyorum. Resmi yemeklerdeyken yemeği bıraksam, gidip tatlıyı alıp tek başıma yesem diyorum bazen, bir düğündeyken de takım elbiselerimle bir bisiklete binip çok uzaklara pedal çeviresim geliyor. Bazen de hiçbir soruya karşılık vermeden çatlayana kadar susmam geliyor, susuyorum.

   Bazen insanların yerine koyuyorum kendimi, bazen insanlara silah doğrulttuğum zamanki yüz ifadelerini hayal ediyorum onların yüzlerine bakarak, acizliklerini hayal ediyorum onlara tutunarak.

   Bazen bir saniye önce yazdığım "eski" yazımı siliveriyorum, çünkü aptalca geliyor her anım gibi.

   Bazen her dinlediğim müzik, şarkı tanıdık geliyor, ruhuma dokunuyor. Belki de aradığım müzikler olduğu için tanıdık geldiği aklımda oluyor bazen.

   Bazen zaten içiyorum, çıkıp bakıyorum boş sokaklara, kimse yok ya, benim oluyor sokaklar. Bazen içip içip de tırmanıyorum hayatı, bazen de sevişiyorum bir kadınla; dudaklarım dudaklarındayken kulağıma fısıldıyor kulağıma sessizliğini. Bazen bir tokatçasına yapıştırıyor kadın bir lafı suratıma. Ağlıyor bazen, tokadından pişman olup yerine bir öpücük yapıştırıyor bir kadın. Bazen kadınlar hep ağlıyor.(Bu da ne oldu?)

Bunlar sadece edebiyat, yazdıklarımın hepsi bana ait. 

Teşekkür ederim.

Altuğ Doğukan Çan

15 Ağustos 2012 Çarşamba

"Kart Bizden Göndermesi Sizden"

Kartımı Kime Göndereceğimi Bilemiyorum...


   Hey, merhaba. Ben Altuğ, bu ilk yazım ama heyecanlı değilim, olmama da gerek yok zaten, en azından böyle düşünüyorum, ilk yazım olduğu için bir farklılık yapmama da gerek yok sanırım. Okumaya başladığınız için teşekkürler. Size şimdi şu anki çaresizliğimi anlatacağım.

   Girişte biraz sert oldum galiba, her neyse normalde yazdığım gibi değilim pek. Dün kardeşim dışarıdan geldi, üç tane de kartpostal getirmiş, bayram için. Üçünü de kendi için ayarlamış, sayıyordu; Bu arkadaşıma, bu büyük anneme, bu da babama, diye. Ben de birini istedim ve arkadaşının hakkını verdi, karşılığında onun kartpostallarını yazıp göndereceğim. Benim kartpostalım da güzel, çizimidir, bilmemnesidir, yalnız tek sorun ön yüzünde "İyi bayramlar" yazması.

   Kardeşimin kartlarını yazıp gönderdim, benimki kaldı, kime atacağımı bilmiyorum. Bir yazara atmayı düşündüm ama hiçbir yazarın "tüm kitaplarını" okumadım, yüzsüzlük olur diye atmadım. (Posta adresini öğrenebiliyorsunuz istediğiniz bireyin. Önceden kitaplar vardı ama artık 118'lerden birini arıyorsunuz.) Sevgilime atamam çünkü sevgilim evde olmuyor genelde.(Yaz mevsiminde) Akrabalarımdan birine atmak çok klasik olur. Mektup arkadaşı arıyorum yani anlayacağınız.(Bkz: Mary & Max) "Karrdeşim, elektronik posta var, chat var, telefon var, ne gerek var mektuba?!" demeyin çünkü ben nostalji bir insanım, bir nevi tabi ki.

Dipnot:Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, yazarlar hakkında farklı düşünüşlerim var. Ben de yazar olmak istiyorum ama yazmak için yetenek lazım olmasına karşın olmasa da yazar olabilirsiniz, anlatın ve okuyun, en önemlisi yazın yeter. Yazmayı kendi kendine alışkanlık edinmiş ve yazan herkes yazardır.

Dahadipnot: Eğer herhangi birinizin aklında bir felsefeci-yazar veya daha önemli bir insan var ise bana posta adresi ile birlite adını soyadını gönderebilirsiniz, e-mail adresim; thecursed-one@hotmail.com
Teşekkürler.

Yerindibinot: Dostoyevski gibi birine yazabilmek isterdim.

Volkaniknot: Yazmaya devam edeceğim, okumaya devam edin lütfen. Sorularınız, söylemek istedikleriniz için e-mail adresime yazabilirsiniz. Tekrar teşekkür ediyorum. Ve işte haber;  http://www.trthaber.com/haber/yasam/kart-bizden-gondermek-sizden-51577.html
(Çok güzel bir çalışma olmuş, PTT'ye teşekkürler.)